TABİATIN TÜM RENKLERİ İÇİNDE BİR DÜNYA MİRASI; SAFRANBOLU

Safranbolu, Türk-İslam sanatının günümüze kadar ulaşabilmiş en güzel örneklerinin barındığı bir kenttir. İslami yaşam biçimiyle yoğrulmuş geleneksel Türk evinlerinin, 18. ve 19. yüzyıla ait sivil mimarlık örneklerinin bulunduğu bu tarihi kent, 1994 yılında UNESCO tarafından ‘Dünya Miras Listesi’ne alınmıştır.

Safranbolu kenti, Çarşı, Bağlar ve Kıranköy isimli üç ayrı yerleşimden oluşur. Şehrin korunaklı vadi kısmında kurulmuş Çarşı, kışlık yaşamın geçtiği evlerin ve zamanın tüm ticari işletmelerinin bulunduğu alanı teşkil eder. Büyük bahçeler içindeki evlerin bulunduğu şehrin yüksek kesimlerine kurulmuş Bağlar Mahallesi, yaz aylarında yaylak, sayfiye ve dinlence yeri olarak kullanılmıştır. Bağlar, aynı zamanda tarlada bostanda yetiştirilen zerzevattan kışın Çarşı’daki evlerde tüketilecek yiyeceklerin hazırlandığı yer olarak bilinir. Her üç bölge de coğrafi olarak birbirinden ayrıdır. Bu iki yerleşkeyi bütünleyen Kıranköy’de, Cumhuriyet’in ilanına kadar olan süreçte çoğunluğu Ortodoks Rum olan ahali yaşamıştır.

Taş, demir ve ahşabın yarenliği

Safranbolu, sanki çizimi olmayan bir mimari tasarıma yazısı olmayan bir anayasayla uyularak kurulmuş bir şehirdir. Taş, demir ve ahşabın yarenliğinde inşa edilen evler, Arnavut kaldırımları ve alaturka kiremitli çatılarla da bütünleşerek mimari bir şaheser oluşturmuştur.

Safranbolu evleri, çoğunlukla sokağı izleyen bahçe duvarı üzerine kurulmuştur. Hemen hemen tüm evler iki ya da üç katlı olarak inşa edilmiştir. Evlerin zemin katındaki iki kanatlı geniş kapı açılır ve ‘hayat’ isimli alana girilir. Mutfağın bulunduğu orta kat aynı zamanda gündelik çalışma alanıdır. Üst katlarda ise evlerin ortak kullanım alanı olan sekizgen şekilli sofaların köşelerini pahlı olarak kesen kapılarla girilen odalar vardır.

Panoramik olarak şehre bakıldığında, birbiriyle mükemmel uyum içindeki her yapının yap-boz parçaları gibi bütünün birer parçasını oluşturduğu görülür. Camiler ve diğer anıtsal binalar da bu kurala uymuştur. Keza hiçbir ev diğer evin ışığını kesmediği gibi yolunu dahi kapatmamıştır.

Aslında Safranbolu’yu Safranbolu yapan biraz da topoğrafyasıdır. Vadi içine kurulan bu akıllı şehir, insan ihtiyaçlarının gereklerine göre şekillenmiştir. 18. ve 19. yüzyıl mimari dönemini yansıtarak günümüzde de dimdik ayakta duran bu şehir, yüzyılların bilgi birikimiyle alın teri ve akılcılığın harmanlanması sonucu meydana gelmiştir.

Safranbolu miras şehri değil; mirasın ta kendisidir

Safranbolu’da Gümüş Mahallesi’nde, yüksek bir taş duvardaki ışıklandırılmış tabelada UNESCO amblemiyle beraber İngilizce ve Türkçe olarak ‘Dünya Miras Şehri’ yazar. Gelgelelim Safranbolu miras şehri değildir; mirasın ta kendisidir.

Bir minyatüre resmedilmiş gibi sanki perspektifsiz olarak hepsi aynı yöne bakan Safranbolu evleri, bir tiyatro oyununun ardından birbirinin önüne geçmeden seyirciye selam veren oyunculara benzerler, hiç bitmeyen ve dünya durdukça devam edecek bir tiyatro oyununun oyuncularına.

Kış mevsiminin en çok yakıştığı şehirdir Safranbolu

Şehre kar yağınca bir şefin elinden üzerine pudra şekeri serpilmiş şekerden evler gibi görünür bu evler; Hansel ve Gretel’in bir köşeden dönerek kendi evlerini bulmalarını dilerler. Kışın sessizlikle örttüğü Çarşı sokaklarının arasında, iki yüz yıl önce sefere gitmiş Yeniçeriler ile Doğu’dan baharat getiren tacir atlarının nal sesleri asılı kalmıştır. Bu sesleri duyar duymaz bedeniniz aklınızla beraber geçmişe yolculuk edecek, kapısından içeri gireceğiniz ilk konağın, sizi sıcacık karşılayan ‘hayat’ bölümünde içeceğiniz bir bardak salep de yüreğinizi şimdinin konforuyla ısıtacaktır. Çünkü Safranbolu’da ‘oteller’ yoktur, ‘konaklar’ vardır ve o konaklarda konaklayan herkesin kendisini evinde hissetmesini sağlayacak güler yüzlü ve deneyimli ekipler.

Safranbolu’da badem çiçekleri zamanı

Mart’la beraber dantel dantel, oya oya işlenir badem ağaçları Safranbolu’da. Bahar gelince Safranbolu, davulu zurnası ve köçeğiyle coşan bir düğün eşliğinde gelin olur, badem çiçekleri de dantelden duvağı. Çarşı’da evlerin aralarına serpiştirilmiş ağaçlar, Bağlar’da ise ağaçların aralarına serpiştirilmiş evler vardır. Bu ağaçların dallarına yürüyen su minik tomurcukları yeşillendirir. ‘Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine’ cümlesindeki muradın yeşilidir bu. Bu murat, yüz yıl önce kışları Çarşı’daki evlerinde yaşayan halkın, baharın gelmesiyle beraber yüksek rakımlı Bağlar Mevkii’ndeki bahçelerine ve bostanlarına kavuşmalarının muradıdır.

Katırlara yüklenen evdeki yatak-yorgan, kap-kacak, kedi-köpek ve tavuklar, Çarşı’dan Bağlar’a giden taşlı-çakıllı, inişli-çıkışlı patikada yola koyulurlar. Zaman da hayatın taşlı-çakıllı, inişli-çıkışlı yatağında iz bırakarak akıp gider. Kimi zaman İncekaya Su Kemeri gibi bir yerden geçerek gelir, şehri susuzluktan kurtarır; kimi zaman da İzzet Mehmet Paşa Camii’nin altından geçen Akçasu Deresi’nde akar. Altından dere geçen bu eşsiz camiye yatsı namazı için ağır ağır yürüyen mahalleli gibi ağaçlar da yaza doğru yürürler arkalarına bakmadan.

Yeşilin her tonu ile uzun süren bahardan yaza geçiş

Safranbolu’nun, ‘İkinci baharı yaşıyor ömrüm’ dizesindeki gibi her dem taze ve yeşillik cümbüşü içindeki günleri, Nisan ayının ortasından başlar, Eylül ayına kadar sürer. Şehrin sıcak havalarda seyahat etmeyi tercih edenleri karşılamaya hazır hali böyledir: hep güler yüzlü ve davetkâr. Şehrin Bağlar kesimi doğal klimalı haliyle hırkalarınızı giydirir, Çarşı’da serinlemek isteyen ev yapımı limonatalarıyla buz gibi soğuğa olan özlemini giderir. Yaz geceleri evlerin pencerelerindeki muşabakların ardında yüz elli yıldır ut ve kanun sesleriyle raks etmekte olan rakkaselerin ayak bileklerindeki halhal şıngırtısı kulaklarınızı okşamıyorsa, bu şehirde yaşanmış ve yaşanamamış aşk hikâyelerinden bihabersiniz demektir. Çünkü Çarşı’daki Müslüman toplumuyla, Kıranköy’deki Rum ahalisiyle çok kültürlü Osmanlı’nın doğudaki ‘uc’ beyliği olduğu zamanlardan izler taşır Safranbolu satırların ve parke taşlarının aralarında.

Safranbolu’da sonbahar sanattır, diğer şehirlerde mevsim

Şair ne demiş: “Sonbahar sanattır, diğerleri mevsim.” Başka şehirlerde mevsimleri fark edebilmek için takvime gerek duyan zihinler, Safranbolu’da renklerden anlarlar mevsimlerin değiştiğini. Güz demek sarı demek, kırmızı demek, turuncu demektir; sarının, turuncunun ve kırmızının hüznü demektir. Güz demek yaz aşklarının bitimiyle hasret demektir. Ama Safranbolu’ya olan aşk sadece bir mevsim sürmez. Yazın şehre âşık olan güzün bırakıp gitmez. Şehirden ayrılan yaz gezgini ‘Tekrar döneceğim sana!’ diye söz verecektir. Sırt çantasını sırtına ilk taktığı anda şehre verdiği sözü tutmak için geri dönecektir. Gönlünde açmadan solan bir gül taşımaktansa, o gülün güzün de açtığını görmek için geri gelecektir.

Safranbolu masal şehri değildir; Safranbolu masalın ta kendisidir

Safranbolu yolcularının arkasından geri gelsinler diye maşrapayla su dökmez. Bir kere bu şehrin havasını soluyanların dönüp dolaşıp yeniden geleceklerini bilir. Italo Calvino’nun ‘Görünmez Kentler’inde Marco Polo şöyle der: “Efendimiz, bildiğim kentlerin hepsini anlattım sana.” Kubilay Han cevaplar: “Hiç sözünü etmediğin bir şehir kaldı.” İşte o şehir, Safranbolu’dur.

Öyle bir şehirdir ki bu, insanı, berber pireler, tellal develer, padişaha dönüşen kuşlar ve kurbağaya dönüşen prensler diyarında ama şimdiki zamanda geçecek bir masalın kahramanı olmaya davet eder. Lakin bu masalın Safranbolu’daki bin ikinci gecenin masalı olduğunu kimseler bilmez. Çünkü Safranbolu masal şehri değildir; Safranbolu masalın ta kendisidir…

Metin: Tuğba Turan, Fotoğraflar: İsmail Şahinbaş

– Tuğba Turan, Eczacı, Yazar

DÜNYA MİRASI DERGİSİ 1. SAYI (NİSAN 2023)