SAFRANBOLU’DA KORUMANIN ÖYKÜSÜ

Safranbolu, 1950’ye kadar el değmemiş tüm geleneksel yapısıyla yaşıyorken yeni oluşumlarla karşılaşıyordu. 1950’ye kadar nüfus 5 bin-6 bin arasında sabitken 1950’den sonra artışlar başlıyordu.

Safranbolu’dan 10 kilometre uzakta kurulan Karabük kent olarak 46 bin nüfusa ulaşmıştı. Demir Çelik Fabrikası da yeni eklenenlerle büyümekteydi. Yani işçi alımları gündeme geliyordu. Safranbolu’da bugüne kadar kimsenin itibar etmediği ‘işçi olmak’ önemli bir hale geliyordu. Lonca çarşılarında çalışan çıraklar birer birer ayrılmaya başlıyor, bu durum Çarşı’nın geleceğini tehlikeye sokuyordu.

Tüm bu gelişmeler sonucu, yavaş yavaş sosyal yapıda da değişiklikler olmaya başladı. Kültür değişimi başlamıştı. Safranbolu’da geleneksel mimari örnekleri olan eski evler giderek köhne evler olarak niteleniyordu. ‘Asrileşmek’ diye bir anlayış benimsendi. Her gördüğü yeniliği olduğu gibi ne olduğunu düşünmeden kabul etmenin adı asrileşmeydi. Örnek Karabük’tü.

Karabük ise 10 yılda 46 bin nüfusa ulaşınca hazırlıksız yakalanmıştı. Ne bir planı ne de geleceğe dönük bir programı vardı. Karabük çarşısı tren istasyonundan başlayan iki paralel caddeden oluşuyordu. Bir belediyesi vardı ama elinde bir imar planı olmayan bir belediye yapılaşmaları denetleyemiyordu. Gecekondular çarşıya doğru yaklaşıyordu. Karabük Demir Çelik fabrikaları kendi sitesini planlı olarak gerçekleşmişti. Ünlü Fransız kent plancısı Henri Prost’un yaptığı bir kent planına göre evler büyük bahçelerin içinde ayrık düzende bir kentti. Yapılarda örnek olarak 19. yüzyıl konut tipinin İngiltere’de uygulanmış olan planları seçilmişti. Evlerin bir bölümü iki katlı dört daireli evler olarak bir bölümü de iki katlı tipinde planlanmıştı. Bahçeler bakımlı, yaşayanlar ise elit bir oluşum gösteriyordu, kulüpleri, sineması vardı.

Safranbolu ise yüzyıllık yalnızlığı içinde tüm güzelliği içinde yaşıyordu.  Belediye Başkanı Ömer An evlere, sokaklara, duvarlara dokunmuyordu.  Bağlar Bölgesi’nde, yüksek bahçe duvarları arkasında görkemli konaklar yükselmekteydi. Köyiçi denen alan eski haliyle çok güzeldi. Çevrede dükkânlar ve kahvehane vardı. Bulak Mağarası’ndan gelen sular şırıl şırıl akıyordu.

Karabük’te Demir Çelik Fabrikası’nda işe giren işçiler devlet kapısında çalışmanın gururu içindeydiler. İşçi olmak çok önemli olmaya başlamıştı. Safranbolu halkının değer yargıları değişmeye başlıyordu. Önceleri yabancıya kız vermezlerdi. Bu yüzden Safranbolulular birbirleriyle hısım akraba olmuşlardı. Yabancıdan çekinirlerdi. Üretim kültürünün yerini tüketim kültürü almaktaydı.

Halk arasında bir tekerleme bu olguyu çok açık bir biçimde ortaya koymaktadır: Dumansız baca / Kaynanasız koca / Düdüklü tencere / Asri pencere. Dumansız baca, kaloriferli ev demekti. Kaynanasız koca, çekirdek aile demek oluyordu. Artık büyük aile dönemi kapanmıştı. Düdüklü tencere, bir kibritle yanan ocak ve üstünde de kendi kendine pişen yemek tenceresi ve piştiğini haber veren bir düdük demekti. Kazanlara kimse yüz vermemekteydi. Asri pencere, o güzelim geleneksel pencerenin yerine nereden geldiği belli olmayan orantısız bir pencere ile değiştirilmesi anlamına geliyordu.

O günlerde duvardan duvara perde kampanyaları vardı. Bu perdeler yeni modaydı. Artık dantel oyma işi perdelerin değeri, bu moda uğruna değişiyordu. Bu moda mimari dokuda bozulmalara da neden oluyordu. Çarşı evlerinin tüm oranlarını altüst eden büyük pencereler evi tanınmaz hale getiriyordu.

1967-68 yıllarında Safranbolu-Karabük imar planı yapımına başlanmıştı.  İTÜ Mimarlık Fakültesi Şehircilik Kürsüsü profesörü Gündüz Özdeş imar planlarını hazırlamış ve yürürlüğe girmesi 1971’i bulmuştu. Plan Çarşı Bölgesi’ni protokol bölgesi kabul etmiş, pek dokunmamıştı. Bağlar Bölgesi’ndeki geniş arterler, yeşil alanlarla bağların geleneksel eski dokusunu dikkate almayan bir anlayışla bozuyordu. Hastarla Bölgesi yüksek yoğunluklu bir yerleşim alanı haline getirilmişti ve Safranbolu’da 80 bin nüfus öngörülüyordu. O yıllarda ‘kat mülkiyeti yasası’ da yürürlüğe girmiş ve bu yasa yapılaşmayı ateşlemiş gibiydi. Yapılar mantar gibi çoğalmaya başlamıştı. Safranbolu’da imar planının imara açtığı Hastarla’da yapılaşma başladı. Bu durum Safranbolu için tehlike çanlarının çaldığı anlamına geliyordu.

“Eskiye rağbet olsaydı bit pazarına nur yağardı”

1970’li yıllarda Safranbolu’da belediye başkanlığına Kızıltan Ulukavak seçildi. Avukat ve ziraat mühendisiydi. Aydın bir kişiydi. Safranbolu’yu seviyordu. O günlerde benim de yerel gazete ve dergilerde makalelerim çıkıyordu. Makaleler, tümü yitirilen değerler ve yok olan kültür üzerineydi. Belediye başkanıyla tanıştım ve Safranbolu’yla ilgili konuları konuşma fırsatı buldum. Başkan bir komisyon kurmayı önerdi ve bu komisyona üye olmamı istedi, kabul ettim. Belediye başkanlığı o günlerde İmar İskân Başkanlığı’ndan olur alırdı. Komisyon taslağı bakanlığa gönderildi. Komisyonun görevi mimari kültür değerlerini korumak ve bunu belediyenin sorumluluk alanına sokmaktı. Bakanlıktan gelen cevapta şöyle deniyordu: “Eskiye rağbet olsaydı, bitpazarına nur yağardı.” Doğal olarak komisyon kurulamadı. Böylece güzel başlayan bir girişim düş kırıklığı ile sonuçlandı.

Emir Hocazade Ahmet Bey Evi

1974 yılı başlarında Safranbolu’da Bağlar Bölgesi’nde Değirmenbaşı’nda yer alan Emir Hocazade Ahmet Bey’in evini görmeye gittim. Yağmurlu bir gündü. Yıkık merdiveninden güçlükle yukarı çıktım. Tüm odalar çökmüş, çatı da yıkılmıştı. Yalnız bir oda ayaktaydı. Üzerinde odayı örtecek kadar bir çatı vardı. O da her yerinden su almaktaydı. Odanın içine girdiğimde hayretler içinde kaldım. Oda kafa pencereleri ve duvarlardaki ahşap dekorasyonu ile bir 18. yüzyıl eviydi. Duvarlardan sular akıyordu. Tavanda henüz bozulma yoktu. Tavandaki aşı boyası bile bozulmamıştı. ‘Kurtarılması gerekli ama nasıl!’ diye düşündüm. Ev sahibi Nezihe Aycan (Kadıoğlu) ile tanıştım. Değirmenbaşı’ndaki başka bir evde oturuyorlardı. Görüşmemizde onun ve annesinin yaklaşımının olumlu olacağı izlenimi edindim. Yapının kurtarılması için önce rölövesinin yapılması gerektiğini, sonra yenileme projesinin hazırlanarak belediyeye başvurulacağını anlattım.

Projenin yapılmasına karar verildi. Restorasyon projesi tamamlandıktan ve ruhsat alındıktan sonra inşaata başlanacaktı. Ama restorasyonu kim yapacaktı? Ustalar artık apartmanlarda çalıştıkları için geleneksel mimariyle uğraşacak bilgili usta yoktu. Değirmenbaşı’nda dükkânı olan yaşlı bir usta vardı. Adı Mehmet Usta’ydı. Pek gönüllü değildi ama sonunda ikna ettik. Odanın eski halini biliyordu. Yanına bir yardımcı daha bulduk. Sonunda restorasyona başlayabildik. Ancak ustalar da kültürlerine yabancılaşmışlardı. Başodada çalışmalar normal gidiyordu, ama mutfağın olduğu odanın pencereleri asri pencere olmuştu. Düzelttirip geleneksel pencereye çevirttirdim. Yap-boz şeklinde bir çalışma başlamıştı.

Restorasyon sırasında komşuları Nezihe Hanım’a ‘Bu köhne yapıya bu kadar para dökülür mü, yakalım gitsin!’ dediler. Kültür yabancılaşmasının hangi boyutlarda olduğunu görmek mümkündü.

Mimari Mirasın Korunmasında Yerel Örgütlenmenin Önemi ve Bir Örnek Safranbolu

İTÜ Mimarlık Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Doğan Kurban’dı. 1974 yılında ‘Mimari Mirasın Korunmasının Örgütlenmesi’ semineri düzenlendi. Benden de bir bildiri istemişlerdi. Bir bildiri hazırlayıp seminere katıldım. Bildirimin konusu, ‘Mimari Mirasın Korunmasında Yerel Örgütlenmenin Önemi ve Bir Örnek Safranbolu’ bildirimi sundum. Slaytlarda Safranbolu’dan güzel fotoğraflar vardı. Bildirimde, mimari mirasın korunmasının örgütlenmesi işinin merkezden yapılmasının türlü zorlukları olduğunu belirttim. Oysa yerel örgütler halkla yakın ilişkiler içinde olacağı için korumanın daha başarılı olması mümkündü. Ayrıca yerel ustaların da örgütlenmesi ve eğitilmesi gerektiğini anlattım. Sonunda, Safranbolu’da Nezihe Aycan evinin restorasyonunda çekilen güçlükleri anlattım. Restorasyonların gerçekleşebilmesi için gerekli kaynak sorunu için, turizmin sağlayacağı sosyo-ekonomik kalkınmanın korumaya katkı sağlayacağını belirttim.

1975 UNESCO Dünya Mimari Miras Yılı

Bu görüşlere bazı profesörler itiraz ettiler. Turizmin kaynak yaratacağına inanmadıklarını söylediler. Seminer sonunda bir araya gelen katılımcılarla 1975 yılının Dünya Mimari Miras yılı olduğunu ve UNESCO’ya bir projeyle gitmenin mümkün olacağını konuştuk. Safranbolu ve Süleymaniye’nin hazırlanmasına ve 1975 yazı sonunda Safranbolu’da bir ‘kültür haftası’ yapılmasına karar verildi. Safranbolu’da bu kültür haftasını Safranbolu Belediyesi ve İTÜ Mimarlık Fakültesi’nin birlikte organize etmesi konusunda fikir birliğine vardık. Hemen bir hazırlık komitesi kurduk.

İTÜ’de Prof. Metin Sözen’in yardımıyla çalışmaları yapılıyordu. Üyesi olduğum Mimarlık Tarihi ve Restorasyon Enstitüsü’nün Türkiye’nin hemen her yerinde üyesi vardı. Safranbolu haftasına katılacak kişilerin isim listesini alarak Safranbolu’ya döndüm. O günlerde Safranbolu’da ne otel ne de pansiyon vardı. Gelecek 100’e yakın konuğu nasıl barındıracağımızı planladık. Safranbolu halkına mektuplar yazarak konuk kabul edip etmeyecekleri soruldu. İnanılmaz bir istekle karşılaştık. Hangi konukların hangi evlerde kalacağı tek tek belirlendi.

Safranbolu Mimari Değerleri ve Folkloru Haftası

Düzenlediğimiz ilk haftanın resmi adı ‘Safranbolu Mimari Değerleri ve Folkloru Haftası’ idi. Eylül ayında üzüm bağlarında bağ bozumu zamanıydı. Konuklar eski Halkevi o günkü Halk Eğitimi Merkezi’nin salonuna alındılar. Evlere dağıtım bürosu konukları ev sahiplerine teslim ediyor, konuğuna kavuşan ev sahibi sevinçle konuğunu alıp evine götürüyordu. Ev sahiplerine önceden konuklarına sadece yatak ve kahvaltı hizmeti verecekleri söylendiği halde ikinci gün evlerde ziyafet sofraları kurulduğunu öğrendik.

Ertesi sabah saat 10.00’da konukların Safranbolu’yu gezmeleri programlanmıştı. Benim rehberliğimde Çarşı’ya doğru yoka çıkıldı. Otobüs çarşıdan geçip mezarlığa yönelince herkesteki hayret şaşkınlık gözleniyordu. Tarihin durduğu, mimari dokunun 17. ve 18. yüzyıllardan beri bozulmadan korunduğu bir kentin içinden geçiyorlardı. Tüm Safranbolu’nun kuşbakışı göründüğü mezarlık terasına vardığımızda herkesteki merak doruğa ulaşmıştı.

Yaklaşık 100 kişilik bir aydın gurubu Safranbolu’daydı. Türkiye’de ilk kez aydınlar, halkla bir görüş çevresinde birleşiyorlardı. Evlerde başlayan dostluklar yıllarca sürdü. Safranbolu halkı, bu evleri nasıl koruyacaklarını öğrenmeye çalıştı. Gelen konuklar Safranbolu halkı hakkında düşünce sahibi oldular.

İlk gün öğleden sonra Arslanlar Lokali’nin bahçesinde oturuyorduk. Oraya Prof. Nezih Eldem geldi. Emir Hocazade Ahmet Bey Evi restorasyonunu görmüşlerdi: ‘Böyle restorasyon olmaz, yıkılsaydı daha iyiydi!” diye bir görüş olarak ortaya çıktı. Daha sonra yapılan seminerde Cengiz Bektaş da aynı görüşü ortaya koydu. Dinleyiciler arasında bulunan Nezihe Aycan Hanım bir köşede üzüntüsünden ağlıyordu. Çünkü tarlasını satmış restorasyonun finansmanında kullanmıştı. Onun üzüntüsü bu da değildi. Bir mimarın özverili çalışmasının ürünü olan restorasyona saldırılmasıydı. Onun asıl üzüntüsü buydu.

Akşam Yörük köylülerin Seğmenler ve Safranbolu oyunları ekibinin hazırladığı erkek düğünleri gösterisi büyük ilgi gördü. Seğmen başı Ali Rıza Baykal (rahmetli) ekibini coşturuyor, oyunları canlandırıyordu. Bu gösterinin ardından Niyazi Sayın’ın ney konseri vardı. Safranbolu halkının ve konukların beğendiği küçük bir dinleti oldu. Dana sonra küçük bir grup Faruk Demir’in bahçesindeki havuz başındaydık. Niyazi Sayın çok özel bir konser daha verdi. Ney sesinin mistik etkileri dinleyenleri mest etti. Ertesi gün o güne kadar olmamış bir şey oldu.  Safranbolu’da kadınlara ait düğün adetleri gösterisi özel sunumu salonda yapıldı. Konuklar gösteriyi izlediler. Aynı günün gecesi Arslanlar alanında bir gösteri daha vardı. Reha Günay’ın sunduğu multivizyon gösterisi Safranbolu halkı tarafından ilgiyle izlendi. Çünkü mültivizyonda gösterilen onların evleriydi.

İlk kez evlerini fotoğrafçının gözüyle gördüler. Onların güzelliğini tanıdılar. Herkes birbirlerine evlerini gösteriyor komşularının evlerini görüyorlardı. Bu gösteri istek üzerine bir kez daha yinelendi. 1975 Dünya Mimari Miras Yılı’nda dünya ölçeğinde bazı çalışmalar oldu. Reha Günay’ın Safranbolu fotoğraf sergisi UNESCO eliyle Avrupa’nın önemli başkentlerini dolaştı. Yankıları yıl içinde devam etti. Safranbolu halkının gelişmelerden bilgisi oluyordu.

1975 yılında Safranbolu’da imar çalışmaları

İmar palanının yürürlüğe girmesiyle özellikle Bağlar’da operasyonlar başladı. Yol genişletme, bahçe duvarlarını geri alma gibi belediye işleri yapılıyordu. Her ne kadar sokak dokularının değiştirilmemesi gerektiği anlatılsa da belediye bildiğini yapıyordu. Böylece kent dokusunda bozulmalar ortaya çıkıyordu.

Çarşı’da pek fazla olmamakla birlikte otobüslerin, otoların dönmesi park etmesi için müdahaleler yapılmaktaydı. Hastarla’da olanlar daha önemliydi. İlk yap-sat uygulaması Sadri Artunç Caddesi boyunca altı katlı apartmanlar olarak ortaya çıktı. Safranbolu’ya yabancı olan bu yüksek bloklar imar planının getirdiği olgulardı.

1976 yılında ‘Safranbolu Mimari Değerler ve Folkloru Haftası’ yine halkın konukseverliğinin güzel bir örneği olarak gerçekleşti. Yine bir akşamüstü sevgili konuklar geldi. Daha önce gelenler yine tanıdıkları evlere gittiler

Safranbolu’da Zaman belgeseli

1976 yılındaki seminerin konuşmacıları biraz daha halkın anlayacağı bir dille konuştular çünkü bu kez Arslanlar Alanı’nda 5 bin kişi toplanmıştı. Korumanın sorunları anlatıldı. Halka kendi kültürüne sahip çıkması konusunda öğütlerde bulunuldu.

Daha sonra Süha Arın’ın yönettiği ve TURİNG Otomobil Kurumu tarafından finanse edilen ‘Safranbolu’da Zaman’ filmi gösterildi. Bu film, İtalya’da yılın belgeseli ödülünü kazanmıştı.

Halkın çok beğendiği bu belgesel aynı zamanda hüzün vericiydi. Saat kulesinin çan sesleriyle Safranbolu’da zaman anlatılıyordu. Geçen zamanda güzel evlerin nasıl yıkıldığı, değiştirildiği görülüyordu. Safranbolu halkı bu filmden çok etkilendi.

1977 yılında yapılan Safranbolu Haftası yine gelen konukların evlerde kalmalarıyla çözüme ulaştı. Her yıl Safranbolu haftalarına gelen konuklar yine her yıl kaldıkları evlere konuk oldular. Artık konuk olmaktan daha ileri dostluklar oluşmuştu.

Safranbolu’da o güne kadar yapılanlar gezilerek görülüyor ve değerlendiriliyordu. 1977 yılı ilk defa yapılan bir etkinlikle belleklerde yer etti. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Dekanı Sayın Nurettin Sözen’in başkanlığında değerli hocalar Safranbolu’ya geldiler. Bir sahra hastanesi kurarak hastaları ücretsiz olarak muayene ettiler.

Sayın Prof. Mütfüoğlu vücutta demir eksikliği konusunda Safranbolulu kadınlara bir konferans verdi. Karmaşık tıp dilinde değil de halk dilinde verilen konferans çok ilgi uyandırdı. Kadınlar rahatlıkla sorular sordular.

Süha Arın’ın yeni belgesel filmlerinden biri olan ‘Urartu’nun İki Mevsimi’ filminin ilk gösterimi Safranbolu’da yapıldı.

Safranbolu’ya o yıl Kültür Müsteşarı Kemal Gökçe de gelmişti. Çeşitli etkinlikler arasında Safranbolu’nun Koruma İmar Planı için ilk adım atıldı. Koruma İmar Planı Prof. Dr. Doğan Kuban başkanlığında bir ekip tarafından hazırlandı. Gençlerden oluşan ekipler haftalarca Safranbolu’da ev ev dolaşarak tespitler yaptı. Sokak dokuları ve evler fotoğrafla saptandı. Evler hakkında ayrıntılı fişler hazırlandı. Mübecccel Kuray başkanlığında Turizm Kurulu da çevrede anketler yaparak bir turizm planı hazırlayıp bakanlığa verdi. Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu Yerel Örgütü Safranbolu’da kuruldu.

Kent plancısı Baran İdil, Belediye İmar Müdürü Mustafa Gümüşgil ve Mimar Yavuz İnce’den oluşan bir yerel örgüt çalışmaya başladı. Böylece halkın başvuruları hemen değerlendiriliyor bir hafta içinde sonuçlandırılıyordu.

Sıra restorasyonu yapacak olan ustaların eğitimine gelmişti. Bir ustalık belgesi hazırladık yapılacak ve yapılmayacak işler sıralandı. Bunlara uymayan ustaların ustalık yetkilerini ellerinden alınacağı bildirildi. Halk bilinçlenmiş, kendi kültürünün yeniden sahibi olmuştu. Eskiden ‘Safranboluluyum’ demeye çekinen kişiler ‘Karabüklüyüm’ derlerdi. Artık göğüslerini gere gere ‘Safranboluluyum’ diyorlardı.

Safranbolu’da ilk kez sit alanı kararı 1977’de alındı. Prof. Doğan Kuban aynı zamanda Anıtlar Yüksek Kurulu üyesiydi. Onun isteği üzerine sit bölgeleri tespit edilip kurula gönderildi. Sit kararları böylece yürürlüğe girdi. Kararlar yeni yapılanmaya koşullar getirmişti. Yapılar üç katla sınırlıydı. Saçak devamlılığına dikkat edilecekti. Çatı içine yaşama hacmi konulmayacaktı. Eski tarihi evler korunacak, Bağlar’da en küçük parsel boyutu 1500 m² olacak şekilde bölünebilecekti. Bu kural yeni yapılar için de geçerliydi. Belirli çaptaki ağaçların kesimi yasaklanmıştı. Koruma İmar Planı yapılana kadar bu kurallar geçerli olacaktı.

Sit alanı kararı, üç yıllık bir çalışma sonunda Safranbolu halkının kendi kültürüne sahip çıkması sağlandıktan sonra çıkmıştı. Safranbolu Türkiye’de ilk kez uygulanan bir koruma örneğidir. O güne değin merkezden yönetilen koruma çalışmalarında halka karşı bir politika uygulanmış ve başarısızlığa uğranmıştı. Halkla birlikte koruma yöntemi Safranbolu’da başarıya ulaşmıştı.

1979’da Kültür Bakanı Ahmet Taner Kışlalı Safranbolu’ya geldi. Safranbolu tarihinde ilk kez bir Kültür Bakanı kenti ziyarete geliyordu. Safranbolu’yu bakanla birlikte gezmek ve şehri anlatmak fırsatını bulmuştum. Çarşı Alanı’nda yaptığı konuşmada Arasta’nın ve Kaymakamlar Konağı ile Saracoğlu Konağı’nın kamulaştırılacağını söyledi. Arastada bulunan ve hala çalışan Ahmet Usta’nın dışında olmak üzere diğer dükkânların kamulaştırılacağını söyledi. Sayın Kışlalı Ankara’ya döner dönmez Kamulaştırma Dairesi’ne görev verdi. İlgililer Safranbolu’ya geldiler. O günün rayiçleriyle kamulaştırma yaptılar. İhale işlemleri de hemen başlanarak restorasyonu başladı. Yalnız Saraçoğlu Konağı kamulaştırılamamıştı. Aile, bakanlığın evi restore ederken bozacağına inanmaları nedeniyle kamulaştırmaya karşı çıkıyordu.

TURİNG Otomobil Kurumu Genel Müdürü Çelik Gülersoy Safranbolu’yu sevenlerden biriydi. Safranbolu haftalarının düzenlemesinde desteği olmuştu. Asmazlar Konağı’nı satın almak istediler. O zamanki değeriyle 300 bin TL’ye satın alındı. Daha önce konak TEKEL deposu olarak kullanılmıştı. Selamlık katındaki havuz boşaltılmış içki deposu olarak kullanılmıştı. Havuzlu salonun üstündeki kat yakılmıştı. Havuzun üstünü örten çatı özgün değildi. Restorasyon projeleri İTÜ Mimarlık Fakültesi’nde hazırlanmıştı. Havuzlu salonun üstündeki kat restitüsyonla tamamlanarak yapı özgün haline getirilmişti. Restorasyon yedi yıl sürdü. Halk arasında Asmazlar Konağı bir simge idi. Asmazlar Konağı restorasyonu bitince Safranbolu’nun önü açılacaktı.

12 Eylül 1980’den sonra koruma konularında yeni kararlar alınıyordu. Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu ve yerel örgütleri dağıtıldı. Yeni bir yasa ve yeni bir kurul oluşturuldu. Bölgelere ayrılan kurullar koruma bölgelerinden uzak yerlerde kuruldu. Safranbolu, Ankara Bölge Kurulu’na bağlandı. Bölge kurullarına belediye başkanı katılıyordu ve Safranbolu konuları geldiği zaman kurul toplantılara çağrılıyordu.

Kaymakamlığa Muzaffer Ecemiş atanmıştı. Safranbolu’nun önemini kavramıştı. Bir şeyler yapmak istiyordu.

Yeni kurul hazırlanmış kolan Koruma İmar Planını kabul etmedi. Yeni kurulan oluşumda ODTÜ’nün katılımı vardı. Yeniden bir koruma planı yapılacaktı. Yüksek Kurul üyeleri Safranbolu’ya geldiler. 2 bin tescilli yapıyı 1500’e indirdiler. Birçok değerli yapıyı tescilden düşürdüler. Koruma Planı’nı şehir plancısı İsmet Okyay üstlendi. Daha önce yapılan çalışmalardan yararlandı. Yapı fişlerini değerlendirdi. Plan bir yıl içinde tamamlandı ve Yüksek Kurul’a gönderildi ve onaylanarak yürürlüğe girdi. Çarşı ve Bağlar bölgelerinde yapılacak koruma çalışmaları yeni yapılaşmalar bu plana uygun olacaktı. 1500 m²’lik bir alanda bulunan tarihi yapı uygun şekilde restore edildiği takdirde bahçeye yeni bir konut yapılabilecekti. Bağlar Bölgesi geniş yollardan ve anlamsız yeşil alanlardan ve yüksek yoğunluktan kurtulmaktaydı. Eski plan yürürlükten kalkıyordu.

Safranbolu’nun ünü dünyaya yayılmaktaydı. Dünya televizyonları ve dergileri ilgi duymaya başladılar. Dünyanın en büyük dergilerinden biri olan National Geographic dergisi baş fotoğrafçılarından biri olan James Stanfield’i Temmuz 1986’da Safranbolu’ya gönderdi. Safranbolu’nun yüzlerce diasını çekti. Sabah saat 06.00’da Mezarlık terasından, gece sokak lambalarının ışığında çarşıdan resimler çekti. Nezihe (Aycan) Kadıoğlu’nun evi başlıca konusuydu. Oda bir saray odası görünümündeydi. Amerika’da açılacak olan Kanuni Süleyman Sergisi dolayısıyla hazırlanacak özel sayıda Safranbolu da bulunacaktı. Birkaç ay sonra NBC televizyonundan ayrı bir ekip geldi. James Stanfield’in resimlediği yerleri filme aldılar. Sabahın erken saatlerinde hassas ses alma aparatlarıyla Mezarlık terasından Çarşı’nın seslerini aldılar.

TRT’nin özel ekipleri Ertuğrul Karslıoğlu’nun başkanlığında Metin Sözen’in danışmanlığında ‘Eski Evler ve Eski Ustalar’ adlı belgesel hazırladı. ‘Karadeniz’den Çeşitlemeler’ uzun soluklu bir belgeseldi. Daha sonra Semra Sander Safranbolu ve Yörük Köyü’nde çekimler yaptı. ‘Kadın Başlıkları’ konusunda hazırladığı belgesel TRT’de gösterildi.

Metin: Yavuz İnce, Fotoğraflar: İsmail Şahinbaş

– Yavuz İnce, Yüksek Mühendis ve Mimar