HACI BEKTAŞ-AHÎ EVREN

O zamanlar, Kırşehir’in adı, Gülşehri idi. Camileri, mescitleri, medreseleri çoktu, mamurdu. Şehirde müderrisler, bilginler, olgunlar vardı. Bunların içinde, Ahî Evren adlı bir er de vardı ki Denizli’den Konya’ya oradan Kayseri’ye gelmiş, Kayseri’den de kalkıp Gülşehri’ne gelerek yerleşmişti. Fütüvvet ehlinin ulusuydu, fakat aslını, soyunu, nereli olduğunu kimse bilmez, çünkü gayb erenlerdendir. Onu Sadreddin-i Konevî, âleme bildirdi. Bu erin birçok kerameti vardı, gün gibi meşhurdu.

Hacı Bektaş’la Ahi Evren, birbirlerini pek severlerdi. Hatta Ahi Evren, bir gün sohbet ederken, kim dedi, bizi şeyh edinirse onun şeyhi, Hacı Bektaş Hünkâr’dır.

Molla Celâleddîn’i, Şems-i Tebriz, derviş yaptı. Nasıl derviş yaptığını anlatırsak anlatacağımız şeyleri anlatmaya vakit kalmaz. İsteyen Molla’ya ait manâkıpta bulur. Molla derviş olunca şehrin bütün bilginleri, Selim Han-ı Gazi oğlu Kılıçarslan’ın oğlu Sultan Aliyyüddîn Keyhusrev’e gidip “bir derviş geldi” dediler. “Ne yaptıysa yaptı, Molla Celâleddîn’i bizden ayırdı. Emret yine bize katılsın.” Padişah, “O” dedi, “Bunca kitap okumuş. Bunca bilgili bir er, erenlerden biri gelmiş, onu derviş yapmış, o da dervişlere katılmış, şimdi ben gel, dön, onlara katılma diyemem, bu doğru bir şey değil, ben diyemem.”

Bilginler, padişahın sözüne incindiler. Yanından çıktılar, böyle bir zalim padişahın hükmettiği şehirde oturmamız caiz değil dediler. Hepsi birden bir Perşembe günü Konya’dan çıkıp Arabistan’a doğru yola koyuldular.

Ertesi Cuma günü, Konya’da, hiçbir yerde ezan okunmadı. Bu hali padişaha bildirdiler. Sultan Alâeddin, bir adam gönderdi, olayı Şeyh Sadreddin-i Konevî’ye bildirdi. Bilginleri geri getirmeye bir çare bulsun dedi. O gün, Sadreddin’in tekkesinde topluluk vardı, pilavlar, zerdeler pişmiş, türlü türlü yemekler hazırlanmıştı. Konya’daki ne kadar yoksul varsa oraya toplanmıştı. Sadreddin-i Konevî padişahın gönderdiği adamdan bu sözü duyup şu olayı öğrenince nakıybını çağırdı, “tez” dedi, “Katırıma bin, Denizli’ye git. Bağda, bir bağcı var, şu şekilli. Bizden selam söyle, şeyh, seni çağırıyor de; ikiniz de katıra binip hemen gelin.”

Nakıyb, binip gidince Sadreddin-i Konevî, yemekleri indirtti, yalnız bir kişilik yemek ayırttı. Katır, kırk adımda Denizli’ye vardı, bir bağın kapısının önünde durdu. Nakıyb, içeri girip bağcıya, Şeyh’in selamını söyledi, davetini bildirdi. Ahî Evren, bağ sahibine gidip “bize sefer düştü” dedi, “gel, bağına sahip ol.” Bağ sahibi, bu gelen kimseye asmadan üzüm devşir, ver de yesin dedi. Ahî Evren, “o söylediğin asma” dedi, “nerededir?” Bağ sahibi, “bunca zamandır buradasın, asmayı bilmiyor musun” deyince Ahî Evren, “ben” dedi, “bağı beklemeyi söz verdim, asmayı dikmeye,  bellemeye değil.” Bağ sahibi, kendisi gitti, o asmadan bir nice salkım üzüm getirdi, yediler. Sonra ikisi de katırı bindiler, gene kırk adımda Konya’ya geldiler. Ahî Evren, hemen “yürü” dedi, “o bilginleri şehre çevir, Cuma’nın vakti geçmeden gelsinler.”

Ahi Evren, Şeyh’in izniyle kalktı, üç adımda, Çarşamba Suyu’nun üst yanında bilginlere erişti. “Bundan böyle” dedi, “gitmeye yol yok size.” Bilginler, Ahi Evren’in sözünü dinlemediler, Ahi Evren, “ey yer” dedi, “tut bunları.” Yer, bütün bilginlerin atlarını, develerini, katırlarını, dizlerine kadar yuttu.

Bilginler, “aman” dediler, “yer bizi salıversin, dönelim.” Ahi Evren, “ey yer” dedi, “bırak bunları.” Ve yer hemen bunları salıverdi. Bunun üzerine gene gitmeye başladılar. Ahi Evren, “yer” dedi, “tut bunları.” Yer, bu sefer de dizlerine kadar yuttu. Amana geldiler, salıverdi. Gene gitmeye koyuldular, Ahi Evren, hiddetle, “yer” dedi, “tut.” Bu sefer hepsini, memelerine kadar yuttu. Özür dilediler, gene salıverdi, döndüler. Ahi Evren, çabuk olun dedi, Cuma’nın vakti geçmesin. “Kaba kuşluk şimdi” dediler, “nereden varacağız.” Ahi Evren, “gözlerinizi yumun” dedi, yumdular. “Açın dedi,” açtılar. Bir de baktılar ki Konya’nın içindeler. Hepsi yerli yerine vardı, cuma kılındı…

Yukarıda da değindiğimiz gibi Hacı Bektâş-ı Velî, Denizli Bölgesi’ne gelmiş olabilir. Eğer gelmemişse bile, Denizli Bölgesi ile güçlü bağları olduğu ve bu bölgeyi iyi tanıdığı anlaşılmaktadır. Bu sebepten dolayı en yakın halifesi Sarı İsmail Sultan’ı ve Bostancı Baba’yı bu bölgede irşat vazifesi ile görevlendirmiş, Ahî Evran’ın Denizli’deki faaliyetlerini dikkatlice takip etmiştir.

Yine başka bir kaynaktan alıntı yapan Bedri Noyan Dedebaba eserinde, Ahi Evran’ın uzun süre Denizli’de yaşadığına dair bir anlatıyı şu şekilde kayıtlara geçirmiştir. “Refik H. Soykut, onun bir kervan yolculuğu sırasında, Siirt-Baykan Kasabası’nın yakınında bulunan ve Veysel Karani yatırı olduğu söylenen bir yerde, (Ahi Evran’ın) Miladi 1236, Hicri 634 yılında, Ekim ayının Cuma gününde doğduğunu yazdıktan sonra şöyle devam ediyor: Babası, Baba Abbas; demircilik, saraçlık ve nalbantlık yapardı. Annesi, Kadın Ana’dır. Anne ateşlenince aile, Malabadi’de kaldı. Baba Abbas, orada demirciliği ile sevildi ve tutundu. Ev, dükkân kurup bir kalfa ve üç çırak yetiştirdi. Beş yıl sonra bir haberci geldi, oradan ayrıldılar. Konya’ya vardılar. On yaşında iken 1246 yılında Denizli’ye göçtüler. Mahmut (Ahî Evran), orada debbağ çıraklığına başladı. Orada, Murat adında bir kardeşi doğdu. Bir zaman sonra Mahmud, Konya’ya gönderildi. Üç yıl bir demirci ustasına çırak oldu. Bundan sonra Sadr-ud-dîn Konevî’ye devama başladı. Sonra yine Denizli ve Alanya’da çalıştı. ‘Nâsır-ud-dîn’ unvanını bu sırada aldı. Debbağlık ustası olmuş, peştamal kuşanmıştı. Artık ‘Mahmut Usta’ olmuştu. Bin iki yüz atmış altı yılında ‘Ahî Mahmud Nası-ud-dîn’ olmuştu. Sonra Hüsam-üd-dîn (Hüsameddin Çelebi, Vefaiyye Tarikatı’nın kurucusu ve Tacu’l Arifin diye bilinen Ebu’l Vefa Kürdî’nin soyundan olup dedeleri Urmiye’den göçüp Konya’ya yerleşmişlerdi. Hüsamettin’in babası, Konya yöresi ahilerinin reisidir. Onun için, ‘Hüsameddin Ahi Türkoğlu’ diye anılırdı. Varlıklı bir kişiydi ve Mevlânâ’ya mürit olduktan sonra bütün servetini onun müritleri için harcadı. Beraberlikleri Mevlânâ’nın ölümüne kadar on yıl sürdü. O aynı zamanda Vezir Ziyaettin Tekkesi’nin de şeyhiydi ve böylece iki ayrı makam sahibiydi) ile tanıştı. Mevlânâ ile sohbeti oldu. Otuz üç yaşında dükkânını satıp tekrar Denizli’ye döndü. Mayıs 1269 yılında bağ bekçiliği yaptı. Fakat Sadreddîn Konevî’nin bir adamı gelip onu Konya’ya istediğini söyledi, birlikte yola çıktılar. Şems’ten (Şems-i Tebrizî) ulema memnun değilmiş ve Sultan Alaaddin; Mevlânâ âlim, fazıl bir kişidir, ona fakirlere, dervişlere katılma, diyemem, demiş. Ulema buna kırılmış. Böyle zalim padişahın hükmettiği yerde olmayız, demişler. Ve müftü, hatip, fakıh, müezzin kim varsa (Konya’dan ayrılmışlar) Arabistan yoluna revan olmuşlar. İşte, Mahmud Nasduddîn Ahî, bunları geri döndürmeye çağrılmış. O da onları yolda yetişmiş ve (Konya’ya) geri getirmiştir…”

İbrahim Afatoğlu

01.10.2023