AHî EVREN (1)

Gerçek adı Şeyh Nasîrü’d-dün Ebü’l- Hakâyık Mahmud b. Ahmed ya da Mahmud bin Ahmet el-Hoyî (Hoylu Ahmet’in oğlu Mahmut) olarak bilinmektedir.

İran’ın Batı Azerbaycan Bölgesi’ndeki Hoy şehrinde, Türkmen bir ailenin çocuğu olarak (Mikail Bayram, Ahi Evren Hâce Nasirü’d-din Mahmud ve Ahi Teşkilâtının Kuruluşu, sayfa 94) 1171 yılında dünyaya gelmiş, 1261 yılında da ölmüş (Mikail Bayram, Ahî Evren Hâce Nasirü’d-din Mahmud ve Ahî Teşkilâtının Kuruluşu, sayfa 42) ve kabrinin Kırşehir’de kendi adını taşıyan mahallede bulunan Ahî Evren Camii’nde olduğu bilinmektedir.

Doğmuş olduğu kasabanın ismine istinaden ‘el-Hoyî’ diye adlandırılmış. Künyesi, hakikatlerin babası anlamına gelen ‘Ebû’l-Hakâyık’, lakabı ise İslâm’a ve Müslümanlara yaptığı hizmet ve katkılarından dolayı ‘Nasîruddîn’ verilmiş. Babasının adı da Ahmet olarak kayıtlara geçmiştir. Anadolu’daki esnaf ve zanaatkâr birlikleri, Ahî Teşkilatı’nı kurduğu için ‘Ahî’, yılanlarla ilgili menkıbelere konu olduğu için de ‘Evren’ lakabı verilmiş ve ‘Ahî Evren’ adıyla ünlenmiştir.

Çocukluk ve gençlik yıllarını Hoy’da geçirdiği düşünülmektedir. Dolayısıyla ilk eğitimini Hoy şehrindeki okullar ve hocalardan aldığını söylemek mümkündür. 1199 yılında Herat şehrinde, Fahrü’d-din Râzi’ye (1149-1210)  talebe olduğu, daha sonra da Horasan’a giderek, o yöredeki büyük âlimlerin derslerine devam ettiği anlaşılmaktadır.

Bu arada Ahî Evren’in Türkistan âlimi Ahmet Yesevî okullarında da eğitim gördüğü düşünülmektedir. Ahmet Yesevî okullarında tıp, kimya, fizik ve biyoloji gibi daha çok zahiri bilimler öğrenmiş. İlk tasavvufî eğitimini de Horasan Bölgesi’ndeki bu okullarda almış. Eğitim süreci boyunca tefsir, hadis, kelâm, fıkıh ve tasavvuf gibi nakli ilimler yanı sıra felsefe ve tababet gibi akli ilimlerde de eğitim almış olduğu için çok yönlü bir âlim olarak yetişmiş ve dönemin sayılı düşünürler arasına girmiş.

On üçüncü yüzyılın başlarında vuku gelen Moğol istilası sırasında Azerbaycan’ı terk etmiş, önce Bağdat’a gelmiş, bir süre burada kalmış. Çıktığı bir Hac seyahati sırasında da dönemin önemli âlimlerinden olan Evhadüd’d-din Hamid el-Kirmânî ile (1164-1238) tanışmış ve onun talebesi olmuş.

O dönemde Bağdat, ilim ve sanat merkezi, Abbasi Devleti’nin başkenti ve Halife En Nâsır li-Dinillâh’ın oturduğu bir şehirdi. Halife, başıboş gençleri bir arada tutmak ve ahlâkî yönden eğitmek için kendi ülkesinde, Fütüvvet Teşkilatı kurmuş. Bu Fütüvvet Teşkilatı’nın başkanlığını da kendi üslenmiş. Ve bu teşkilatın, İslâm ülkelerinde de kurulması ve yaygınlaşmasını istemiş. Bunun için sarayında âlimlerden bir grup toplamış ve kitaplar yazdırmış. Bu âlimlerin içerisinde Evhadüd’d-din Hamid el-Kirmânî de bulunmuş.

Bu süre içerisinde Evhadüd’d-din Hamid el-Kirmânî, öğrencisi Ahî Evren’i, Halife En Nâsır li-Dinillâh ile tanıştırmış. Ahî Evren bu suretle Fütüvvet Teşkilatı’na girmiş. İleride yapmayı düşündüğü işler bakımından, Fütüvvet anlayışı ve Fütüvvet Teşkilatı çok ilgisini çekmiş. Bağdat’ta iken fütüvvet teşkilatının ileri gelenleriyle karşılaşmış ve Evhadüd’d-din Hamid el-Kirmânî başta olmak üzere birçok üstattan istifade etmiş.

Selçuklu Sultanı I. Gıyasü’d-din Keyhüsrev, ikinci defa tahta geçişini bildirmek için Malatyalı Şeyh Mecdü’d-din İshak’ı, Abbasi Halifesi En-Nâsır li-Dinillâh’ın (1158-1225) elçi olarak göndermiş. Şeyh Mecdü’d-din İshak, Bağdat’ta fütüvvet pirleri ile yaptığı görüşmeler sonucunda, onları Anadolu’ya davet etmiş. Ahî Evren, hocası Evhadüd’d-din Hamid el-Kirmânî, dönemin şeyh-ül şuarası Muhyi’d-dîn İbnü’l-Arabî, Muhaddis Ebu’l Hasan Ali el-İskenderî, Arapgir’de metfun olan Şeyh Hasan Onar, Ebû Ca’fer Muhammed el-Berzâî gibi bazı âlimler 1205 yılında Anadolu’ya gelmiş. Bu arada Ahî Evren de Evhadüd’d-din Hamid el-Kirmânî’nin kızı Fatma Bacı ile evlenmiş (Mikail Bayram, Ahi Evren Hâce Nasirü’d-din Mahmud ve Ahi Teşkilâtının Kuruluşu, sayfa 98-99), (Harun Yıldız, Doğumunun 800, Yılında Hacı Bektaş Veli, sayfa 109-134).

Bundan sonra Ahî Evren, hocası ve kayınpederi Evhadüd’d-din Hamid el-Kirmânî ile birlikte, Anadolu’yu şehir şehir gezerek Ahilik Teşkilatı’nın yayılmasını ve tesisleşmesini sağlamış. Sultan Alaaddin Keykubat’ın yardım ve destekleri ile de Ahilik, önce Kayseri ve Konya olmak üzere Anadolu sathına yayılmış ve kurumlaşmış. Bu yüzden sonraki dönemlerde Ahîlerin piri olarak anıla gelmiştir.

‘Ahî’ kelimesi Türkçede, ‘eli açık, cömert ve yiğit kişi’ anlamına gelmektedir. Arapçada da ‘kardeş’ ve ‘kardeşim’ anlamındadır. ‘Ahilik’ de, Selçuklu ve Osmanlı devletleri zamanında, Anadolu’da yaşayan insanların sanat, ticaret gibi mesleklerde ustalar yetiştiren bir teşkilattır.

Hocası ve kayınpederi Evhadüd’d-din Hamid el-Kirmânî ’nin Kayseri’den Bağdat’a geri döndükten sonra 1238 yılında vefatı üzerine Ahî Evren, Kayseri’ye yerleşmiş, hem hocasının yerine posta oturmuş, onun misyonunu devam ettirmiş, hem de esas mesleği ve geçim kaynağı olan debbağlık (deri işletmeciliği) ile uğraşmaya başlamıştır. Büyük bir deri imalathanesi açmış, burada birçok işçi çalıştırmıştır.

İbrahim Afatoğlu

01.10.2023