Şu güneşli günlerin başlangıcında Safranbolu’da ağaçlar çiçek açmış pembe-beyaza bürünmüştür. Fırınlardan, Niyazi Usta’nın lokantasından tüten dumanlar çiçekli ağaçlar, kadim kırmızı tuğlalı çatıların arasında gezinir. Kent masalımsı olmuştur.
Safranbolu, ülkemizde tarihi kentlerin korunarak yaşatılmasında ilk kilometre taşıdır. Daha önce camiler, külliyeler, surlar, kaleler gibi milli gururu simgeleyen yapıların korunmasına özen gösterilirken, çok zengin ustalıkları yansıtan tarihi kentlerimiz, onları tek tek oluşturan tarihi evlerimizin korunması gözardı ediliyordu denilebilir.
1975 yılında Avrupa Konseyi Anıtlar ve Sitler Komitesi ‘Geçmişimiz İçin Bir Gelecek’ sloganı altında tarihi kentlerin korunması kampanyasını başlattı. Bizde İTÜ, ODTÜ, GSA, gibi büyük üniversiteler bu kampanyayı sahiplendi; öğrencilerini Anadolu’daki tarihi şehirlere götürdü. O sıralarda eski bir akademisyen olan Sayın Yavuz İnce Safranbolu’ya çok yakın Karabük’te çalışıyordu; Safranbolu’nun ne denli güzel bir kent olduğunu konusunda üniversitelerin dikkatini çekti.
Safranbolu’nun aydın tavırlı Belediye Başkanı Sayın Kızıltan Ulukavak’ın da destekleri ile her yıl ‘Kültür Haftası’ etkinlikleri düzenlendi. Kentte kalınabilecek otel de yoktu. Sanatçı, edebiyatçı, mimar ve bilim adamlarından oluşan konukları kentin yerlileri evlerinde ağırladılar. Böylece konuklar ile ev sahipleri arasındaki dostluklar her iki tarafta da tarihi çevre bilincini yaygınlaştırdı. Benimde Anadolu tarihi kentlerindeki şiirsel görkeme bilinçli bir şekilde tanık olmam ‘Safranbolu Kültür Haftaları’ sayesinde olmuştur.
Bu ve benzeri etkinlikler Türkiye’de o vakte kadar modernizmin küçümseyerek dışladığı geleneksel mimari ve sanatlara ilgiyi günümüze kadar taşıdı. Hatta denilebilir ki, o vakte kadar Türkiye’deki mimarlık eğitiminde yer almayan tarihi kent dokuları ve mimarisi bahisleri bu etkinlikler sayesindedir. Mimarlık eğitimimiz sürecinde ezbere çizdiğimiz Dorik, İyonik, Korentien sütün başlıkları dışında da bize özgü estetiklerin varolduğunun ayırdına yıllar sonra varmıştık.
Bir yerde olumlu gelişmeler oluyorsa, karşıt tepkilerin örgütlenmesi eşyanın tabiatı icabıdır. Bu durum Safranbolu’da da eş zamanlı oluştu. O güzelim evleri yıkarak yerine çok katlı, sefertası misali apartmanlar dikmeyi düşleyen çevrelerin hoşuna gitmemişti bu gelişmeler…
Korumayı teşvik edici ilk uygulama girişimleri tarihi ‘Arasta Çarşısı’nın ve ‘Kaymakam Evi’nin onarımı Kültür Bakanlığı’nca başlatılmıştır. Bunu daha sonra rahmetli Çelik Gülersoy’un Turing Klüp adına ünlü Asmazlar Konağı’nın otele dönüştürmesi, Sayın Nezihe öğretmenin eşsiz iç ahşap süslemeleri ile ünlü evinin onarımı izledi. Evini usulüne uygun onaranlara ‘Kültür Haftaları’ etkinliklerinde ‘Onur Belgesi’ verildi. Onur belgelerinin yaldızlı çerçeveler içinde bazı evlerde asıldığını görmek bizleri heyecanlandırıyordu.
Yazımızın başında, ülkemizde 1975’lere kadar tarihi kent dokusunun bütüncül bir anlayışla korunmasını öngeren bir kent planlama anlayışının henüz yerleşmediğine değinmiştik. Ancak şu duyarlık örneğini hatırlatmak yerinde olacaktır.1967 yılında, İller Bankası’nca, Safranbolu-Karabük kentleri arasını lineer bir şekilde birleştirmeyi öngören planlama yarışmasını rahmetli hocamız Prof. Gündüz Özdeş kazanmıştı. Geliştirdiği planda Safranbolu tarihi kent dokusu alanına ‘nüfusu sabit tutacak alan’ plan kararını getirmişti. Bu o zamanın anlayışı ile tarihi dokuda başka yeni inşaatların yapılmamasını öngören sağduyulu bir yaklaşımdı. Demek ki o güzel evlerin zamanla yıktırılmamasına rahmetli hocamızın gönlü elvermemişti.
Tarihi kent dokusunun planlı bir şekilde korunmasına yönelik çalışma ilk kez Kültür Bakanlığı’nca Prof. Doğan Kuban’a verildi (1983). Planlama ekibi içinde mimar-kent plancısı olarak ben de yer aldım. Fakat bu konuda bilgi birikimimi geliştirmek için dünyada yapılan örnek koruma planlarını incelemem gerekiyordu. Bu isteğimi o sıralar Roma’da UNESCO’nun bir yan kuruluşu olan ICCROM’da müdür konumunda olan Sayın Prof. Dr. Cevat Erder’e açtım. Çok öngörülü bir sezinleme ile hocamız üç aylık bir burslu staj olanağını tanıdı. ICCROM’da ve Paris’te ICOMOS merkezinde o vakte kadar yapılmış tüm koruma alanlarını, yazılı kaynakları inceledim. Bu sinerji ile Safranbolu için çok iyi bir koruma planı hazırladık. Ne var ki bu plan, İstanbul’daki Anıtlar ve Eski Eserler Kurulu’ndaki iç çekişmelerin kurbanı oldu; reddedildi.
Planın yeniden hazırlanması söz konusuydu. Kenti tanımam ve daha önce aynı planda çalışmam nedeniyle bu defa Belediye planı hazırlama işini doğrudan bana emanet etti (1986).
Belediye bir yandan plan yaptırmak, bir yandan da yapımını geciktirmek için işi yokuşa sürüyordu. Yapılan işlerin açıklaması için beni çağırıyor, ben de tüm ekiple Safranbolu’ya gidiyordum ama belediye encümeni bir türlü toplanmıyordu. Bizde saf saf gerisin geriye dönüyorduk. Bu iş iki kez tekrarlandı ama bende de jeton düştü. Başta değindiğimiz üzere, eşyanın tabiatı karşıt güçler plan yapımını çok ustalıklı bir şekilde erteliyor, bu sırada birçok tarihi ev de yerle bir oluyordu. Aynı zamanda da Bağlar mevkiinde Bakanlık’ça tayin edilen ifraz şartları kentten gelen baskılar sonucu olmalı sürekli değiştiriyordu. Başta 3500 m2 olan ifraz şartı,1500 m2’ye daha sonra da 800 m2’ye düşürülüyordu. Bu da her seferinde yeniden plan yapmayı gerektiriyordu. Bu durumu bilmeyenler Bağlar’ı kapsayan alanda yeni yolların açılmasını hep eleştirmişlerdir (örneğin Cengiz Bektaş). Oysa planda bu yolların açılması Belediye’nin talebi ve Bakanlığın onayı ile ifraz şartlarının çok küçültülmesi nedeniyledir. Zira küçük parsellerin oluşması istenilen bu alanda yapılacak yeni konutlara yol götürülmesi zorunlu oluyordu.
Plan çalışmalarının damıtılmış ince taktiklerle yokuşa sürülmesi bir yandan planın ruhunu olumsuz etkiliyor, diğer yandan ise kişisel bütçemizi de perişan ediyordu. Bu durumda bizde bir strateji geliştirdik. Planın önce belediye meclisinden geçerek onay alması ve daha sonra Bakanlığın onayına sunulması sürecini tersten başlatma önerimi bakanlık üst yetkilisi Sayın Nermin Beşbaş’a açıkladım. Uygun buldular. Planı kararlaştırılan günde Yüksek Kurul’a izah ettim. Çalışma Yüksek Kurul’ca çok beğenildi ve orada hemen onaylandı. Plan süreci içindeki ince oyunlar üzerinde durmamın nedeni, genç ve hevesli koruma plancılarının böyle talihsizliklere uğramaması içindir.
Kültür Bakanlığı’nda tarihi çevrenin korunması konusunda ciddi, coşkulu uzmanlar ve yöneticiler her zaman olmuştur. Bakanlığın girişimi, bizlerin de dışarıdan katılımı ile Safranbolu 1994 yılında UNESCO Teşkilatı tarafından ‘Dünya Kültür Mirası’ listesine alınmıştır. Bu unvan bir tarihi kentin evrensel değerler taşıdığına dair en önemli onaydır; o kente verilmiş büyük bir onurdur. Ancak bu ünvan muhafaza için kenti gerektiği şekilde korumak, koruma karşıtı işler yapmamak gerekir. Aksi halde bu unvan geri alınır. Bu da kuşkusuz utanılacak bir durumdur. Safranbolulular bu onuru layıkı ile sahiplenmiş görünüyorlar. Koruma süreklilik arz eden bir etkinliktir; oldu-bitti denilemez. Bu açıdan baktığımızda Safranbolu’da yapılması gereken daha çok işler var.
1975’lerden itibaren hep birlikte inşa edilen koruma duyarlılığı olumlu semeresini vermeye başlamıştır. Başlangıç yıllarında uygun bir oteli olmayan kentte şimdi onlarcası var; yerli ve yabancıların kente ilgisi yanıtsız kalmıyor; çok sayıda bilimsel çalışmalara, sinema sanatına konu oluyor. Her çeşit meyve ağaçları ile çevrili o zarif ve sağlıklı evlerde yaşamanın kıymetini Safranbolulu da anlamış durumda; artık evlerinden vazgeçemiyorlar.
Zengin bir geçmişin mekâna yansıttığı belleğe Safranbolu’da tanık olabilirsiniz, üstelik şu günlerde çiçek açmış ağaçları ile masallardaki uyuyan güzel haliyle…
Prof. Dr. İsmet Okyay
2008